Gönderen: adalarpostasi | 21 Eylül 2019

ADALAR ve FAYTONLAR

ADALAR ve FAYTONLAR

Adalar’daki faytonların KALMASINI isteyenlerle KALDIRILMASINI isteyenlerin arasındaki fark, hangisinin atların hayat hakkını gerçekten savunduğuyla ilgilidir.

Adalar’daki fayton tartışmaları taa Cumhurbaşkanlığı’na kadar gitti, Meclis Komisyonu’na havale edildi. Meclis Komisyonu Adalar’a da geldi. Bu olguyu, hayvanseverler ve hayvan hakları savunucuları, çeşitli etkinliklerle atların acı ve can çekerek ölmesini türlü yayınlarla teşhir ederek sağladılar. Hepsi, birer hayvansever duayen “Panter Emel” gibiydi, kendileriyle ne kadar iftihar etseler az. Yıllardır faytonları savunanlar ise seslerini yerel-merkezi kamu idarelerine ve hatta Adalılar’a duyurmakta başarısız kaldılar, kaldık.

Bu hakikati bilerek, kabul ederek başlarken söyleyeceğimiz şudur:

Biz, Adalar’daki hayatı olumsuz etkileyen bugünkü irili ufaklı bütün şartlara teslim olmaktan değil, onları düzelterek değiştirmekten yanayız. Eğer böyle düşünmüyorsanız, şartların değişmezliğini kabul edip de bir şey değişmez diyorsanız, bu yazının gerisini okumayınız.

Hemen şunu söyleyelim: Yazlıkçı ve yerli Adalı bir kesim, şu tür şikâyetlerle faytonların kaldırılması gerektiğini öne sürüyorlar. Atların büyük-küçük dışkıları her tarafa atılıyor, bütün Adalar bok kokuyor. Faytoncular eşkiya gibi, bir karış sakalla pejmurde kıyafetlerle dolaşıyorlar, kaba, ne konuştuğunu bilmeyen, fahiş fiyatlar isteyen mafyalaşmış bir gruptur. Daha fazla iş yapmak için atları sürekli kamçılayıp son hızla gidiyorlar. İş kaçırmamak için 5-6 kişi alıyorlar. Sadece meydanda değil, bir an evvel iş alabilmek için her yerde sıra yapıyorlar. Bize değil Araplara hizmet ediyorlar. Yerel-merkezi idarenin Faytoncular Odası’nı da katarak alacağı tedbirlerle kısa vadede çözüleceği için bunlara benzer şikâyetlere bu yazıda değinmeyeceğiz. Aslında bu yazı daha ziyade hayvansever ve hayvan hakları savunucularının iddialarına yönelik olacak.

HAYVANSEVERLERİN İDDİALARI, CEVAPLARIMIZ, SORULARIMIZ

Fayton karşıtı hayvansever ve hayvan hakları savunucularının, faytondan yana olanlara karşı başlıca suçlamaları şöyle: Atların hayat hakları, özgürlüğü ihlal ediliyor, sömürülüyor; siz faytondan yana olanlarsa, vicdansızca buna alet oluyorsunuz, öne sürdüğünüz sebepler de yanlış, mantığa aykırıdır.

Fayton savunucularının derdi de, atların hayat hakkını, atların hayatın içinde olmalarını istemektir; yoksa taksi olarak kullanıp gösteriş yapmak değil. Faytoncular da sadece kazançlarını düşünen, atların hayatlarını düşünmeyen insanlar değildirler.

Demek ki aramızda farklı bilgilerden kaynaklanan, bugünkü durumu kabul edip etmemekle ilgili uzlaşmaz bir çelişki var. Bu çelişkiyi gidermenin imkânı da yok zira iki taraf da kendisinin atların hayat hakkını savunduğunu iddia ediyor. O halde, iddialar ile karşı iddialara bakalım.

Elbette faytonların sorunları çok. Çok ama kaldırılmasından yana olanların derdi, bu sorunların çözülmesi değil toptan kaldırılmasıdır. Böylece hiçbir sorun kalmayacak, atlar sömürülmeden, hayat haklarından mahrum kalmadan özgür yaşayacaktır.

İlk sorumuz şu olsun:

Faytonlar kalkarsa atların hayat hakkının sağlanacağının garantisi var mı? Hiçbir garantisi olmadığını biliyoruz. Devlet bakar, sponsor bulunur, terapide kullanılır, çocukların atı tanıması ve binmeyi öğrenmesinde değerlendirilir, koca ülke 1800 ata mı bakamayacak, 900 ilçe var verirsin her ilçeye iki at, bitti vb. gibi yuvarlak laflarla garanti verilemeyeceğini biliyoruz.

Daha önce bir hükümet yetkilisinin telefonuyla 200 atın Adalar’a getirilmesine izin verilmişti. Böylece fayton atlarının politik oyuncak haline getirileceğini anlamıştık. Ama atlar yine de Adalar’a gelebilmişti. Daha sonra ise parası ödendiği ve bir buçuk ay karantinada tutulduğu halde ruam hastalığı öne sürülerek Adalar’a sokulmayan 200 atın akıbetini Faytoncular Odası bilmiyor, biz de öğrenemedik, şayia muhtelif. Peki hayvanseverler ve Adalılar biliyor mu?

Bu yıl yerel seçim dolayısıyla adayların kamuoyuna verdikleri sözlerin gereği, İzmir ve Antalya’da kaldırılan faytonlardan çıkan 55 atın beslenebilmesi için sosyal medyada İzmirli bir hayvansever hanımın yana yakıla bağış istemesi gözümüzün önündeyken, “sade suya tirit” laflarla atların özgürlüğünden, hayat hakkından bahsedilemez. Çünkü öyle kolay olsaydı eğer hayvanseverlerin 200 atın akıbetinden, 55 atın aylarca ne yediğinden haberleri olurdu. Eğer ‘Saldım çayıra mevlam kayıra’ demiyorsanız somut duruma somut çözüm lâzım geldiğini bilirsiniz, bilmelisiniz.

(Geçerken bir parantez açalım: İnsana da bulaşan, bu sebeple TBMM heyetinin bir de halk sağlığına gönderme yaptığı şu ruam hastalığına değinmesek olmaz. Ruam hastalığı bulaşıcı, öldürücü fakat teşhisi, tedbiri bilinmez bir hastalık değil. Şartları ona göre oluşturup uygularsan hastalık görülmez. Devletin hangi şartları sağlaması gerektiği fakat Adalar’da bunların hiçbirinin sağlanmadığını öğreneceğiniz adresi vereyim, merak edenler okusunlar. www.hayvansagligivezabitasi_yonetmeligi.pdf
Bir de şu soruyu sormamız lâzım. Bugüne kadar kaç at ruamdan ölmüştür, bilen var mı? Tabii ki yok. Sadece yaklaşık rakamlar. Peki, Adalar’daki bugünkü olumsuz şartlara rağmen ruam bulaşmış insan var mı, biliyor muyuz? Bir kişiye bulaştığının iddia edildiğini duymuştuk. Zaten iddiadan öte olsaydı, hayvanseverler hemen bizi bilgilendirirlerdi. Bu arada söylemek lâzımdır ki, tek tırnaklılarda olduğu gibi, çift tırnaklılarda ayrıca kedi ve köpekte de ruam görülebiliyor.)

SORULARA DEVAM EDELİM

Aklımıza gelen şu sorular da var: Faytonları kaldırdık diyelim. Atlara kim, nerede bakacak? Faytoncular Odası verilerine göre Adalar’da 1800 at var, GÜNLÜK yiyecek masrafı toplam 90 BİN lira, YILLIK masrafı toplam 33 MİLYON liradır. Aylık asgarî ücretin 2 bin 200 lira olduğu bir ülkede, ayda 2 MİLYON 700 BİN liradan bahsediyoruz. Somut cevabınız var mı?

1800 atın, yıllık 33 milyon ₺’yi bulan sadece yem giderini göz önünde bulundurursak, atların sağlıklı koşullarda yaşaması/çalışması kolektif/kamusal bir yapılanma olmaksızın mümkün mü? Veya faytoncuların “atsever”, “iyi” insanlar ya da gözünü kâr hırsı bürümüş, atların canını umursamayan gaddarlar olması ikileminden öte, bugünkü şartların bir sistem sorunundan kaynaklandığını kamu idaresi ile hayvanseverler niye bilmezden gelmektedirler? Peki, kamu idareleri Faytoncular Odası’nı da katarak böyle bir yapılanmaya yıllardır niye gitmiyor? Kamu idaresinin bu boşvermişliğine rağmen atlarda hâlâ anormal bir kayıp olmuyor. Şu sorulabilir, kaybın normali olur mu? Maalesef oluyor. Sadece at biniciliğinin öğretildiği kulüpler de bile çeşitli sebeplere bağlı olarak bir yılda atların %10’u ölüyor.

Ayrıca sorular bu kadar da değil. Diyelim çayır çimen büyük bir alan bulundu. 1800 at yılkıya bırakıldı. Atlara ehil olan kaç kişi bakacak, istihdamı kimler karşılayacak? Yılkıda kaç atın aç kalacağını, hasta olacağını, ölebileceğini kimler, nasıl bilecekler?

(Bir parantez daha açtık: Sokaklarımızda “özgür ve sömürüsüz” yaşayan kedi ve köpeklerden kaç tanesi ortalama ömrünü tamamlayarak ölüyor, biliyor muyuz? Ya evdekiler? Kedi köpekler çalıştırılmadığı halde ölebiliyor ama atlar çalıştırıldığı için ölüyor, değil mi? Benim bahçemde bile 6 kedi kabri var, biri yaşlılığa, diğerleri 0,6-2-3 yaşındayken öldü, hem de veterinere binlerce lira vererek sürekli gözettiğimiz halde. Çalıştırmadığımız kedi köpeğin hastalığını anlamakta sağaltmakta güçlük yaşayan bizler, çalıştırılmadığı için sahibi bilinmeyen atları düşüneceğiz, öyle mi?)

Doğru yanlış, atlar tarihî süreçte insanla birlikte yaşayan canlı varlıklar haline getirildi. Atların, nesiller boyu olduğu gibi bugün de insan eliyle beslenerek, insanla birlikte yaşayıp çalışarak var olacağının farkında olmalıyız. Atları doğaya saldığımızda açlık, susuzluk, hastalık gibi hayatî risklerle baş başa bırakacağımız gibi atların yaşadığı yerlerden tarlaya, bağa bahçeye inerek tarıma, hayvana zarar vermesine sebebiyetle çiftçi, köylü ve devlet eliyle öldürülmesi misali güncel tehditler nedeniyle akıbeti belirsiz bir yolculuğa çıkarmış olacağımızın bilinmesi lâzım.

Doğaya salındığı için başlarına bunlar gelebilecek atların; Adalar’da kaza geçiren, ölen, tırnak atmaktan dolayı bilekleri yaralanan, düştüğü yerden kalkması için tekmelenen atlarınki gibi boy boy fotoğrafları yayımlanmadığında, bunların olmadığını mı kabul edeceksiniz veya öyle kabul edileceğini mi düşünüyorsunuz? Gözlerden ırak olunca atların “özgür ve sömürülmeden”, mutlu mesut yaşayabileceğine inanılmasını mı bekliyorsunuz?

Ayrıca yılkı atlarının doğada sürüler halinde bulunduğu, sürülerde aygır, kısraklar ve gençlerin olduğu, sonra da rekabetle sürüden ayrılan genç aygırların çevresinde yeni sürüler oluşturduğu göz önüne alındığında; hiç sürüsü ve doğada yaşama deneyimi olmayan bu 1800 atın doğaya salınması sırasında çıkacak kargaşa ve şiddetli çatışmalarla, Adalar’da olduğu söylenen eziyet, sakatlık ve ölümlerin daha fazlasının olacağının da bilinmesi lâzım. Süreç içinde de yaralanan ve ölen atları kimler bulacak, hangi veteriner hekimler tedavi edecek, ölenleri kimler defnedecek?

Özetle atlar filmlerde gördüğümüz gibi büyük otlaklarda kâh otlayarak kâh doludizgin koşarak insan bakımı olmadan sağlıkla yaşaması zor hayvanlardır ancak biz atların öyle yaşadığını sanırız. Şüphesiz gerekli özen gösterilmezse atlar insanla birlikte olsalar da sağlıklı yaşayamaz. Söylemiştik, atlar insanlarla birlikte yaşayacaksa insanla birlikte çalışacak, insanla birlikte geçinecek. Atların sağlıklı yaşayabilmesi için nasıl çalıştırılması gerektiği yasa ve yönetmeliklerde zaten bellidir. Bu, yüzde yüz yetkililerin ve sonra faytoncuların, sonra Adalılar’ın ellerindedir. Yetmiyorsa ek yasa ve yönetmelik çıkarırsınız, ek denetim yaparsınız, bunları atın insanla birlikte çalışarak ömrünü kaliteli tamamlaması esasına göre yaparsınız. Faytonun tüm sistemini de böyle kurgulayacaksınız. Bunlar yapılamaz diyorsanız, faytondan çıkacak atlara hiç bakamazsınız. Çünkü bunları yapmak, bilinmeyeni keşfetmek değil, bilineni uygulamak olduğu için kolaydır.

Bunlar yapılmaz da faytonlar kaldırılırsa veya göstermelik sayıda bırakılırsa, Adalar’dan gönderilen atların vebali hayvanseverler ile kaldırılmasını onaylayan yetkililerin olacaktır. Böyle biliniz.

(Büyük bir parantez daha açalım. Faytonlar hayatı yavaşlatır. Hızı bellidir, artıramazsın. Adalar’daki hayatın hızlı akmasının Adalar’a faydası olmadığı gibi Ada hayatına da yok. Hızlı yaşamak isteyen, hayatın hızlı yaşandığı İstanbul’da birçok yer bulabilir. Bırakalım da Ada hayatı hızdan “mahrum” kalsın. Tabii anakaranın kaosunun Adalar’a yerleşmesini istemiyorsak. Bugün o kaos, Adalar’ı teslim almak üzere. Kamu idarelerinin tümünün boşvermişliği sebebiyle Adalar’da salgın/saldırı haline getirilmiş olan akülü motorlu araçlar öne sürülerek, “zaten Adalar’daki hayat hızlanmıştır, faytonlar olduğu halde akülü/motorlu araçlar Adalar’a dolduğuna göre faytonlar bunları engelleyemiyormuş,” demek, hem teslimiyetçi bakıştır hem akülüleri onaylamış olmaktır. Adalar’da bu araçların kullanımı yasaktır. Yasağa rağmen Adalar’da kullanımının, yolları işgal etmesinin, olağanüstü bir trafik yaratmasının tek sebebi, yerel-merkezi kamu idarelerinin boşvermişliğidir. Ayrıca, söylemek lâzımdır ki, akülü araçlar yasa ve yönetmelik gereği yasak olmasaydı da Adalar’da yasaklanmalıydı. Slow City “Yavaş Şehir” [Sâkin Belde] demeye bayılıyoruz, sonra da “fayton istemiyoruz” diyoruz. Adalar’daki hayatta 150 yıldır fayton var. Tek atlı arabalar da vardı. Bir atlı arabayla hem at hem ailesi geçiniyorlardı. Kime battı bilemiyoruz, şehirde atlı araba kullanılamaz, yasaktır diyen “okus pokus” bir yazıyla kaldırılıverdi. Arabaların atları ne oldu? Biz biliyoruz. Bilmeyenler düşünsün. Yasağı akülülere uygulasanıza! Adalar’da sadece yaya, sahipli bisiklet, faytonlar ve arabalar vardı, yine öyle olmalı. Bunları 50-60-70 yıldır Adalar’da yaşayanlar iyi biliyorlar zaten. Şimdi olsa olsa şöyle bir farktan söz edilebilir. Eskiden önemsemediği için akla gelmeyen fakat artık düşünülmesi gereken yaşlılar ve sakatların evlere hapsolmaması gereğidir. Bunun çözümü de öyle ilk aklımıza geldiği gibi, “getirirsin tramvayı veya lastikli 8-10 kişilik akülü aracı hem de toplu taşım yapmış olursun,” demekle olmaz. Toplu taşımın ulaşmadığı yerlerdeki yaşlı ve sakatlar için ne yapılacağının ortaklaşa düşünülerek bulunması lâzım.)

FAYTONLARIN YAPILAŞMAYA ETKİSİ VAR MI?

Faytonlar, akülüler veya ringli toplu taşıma araçları gibi dik yokuşlara, tepelerdeki orman alanlarına ulaşamaz. Ayrıca tepelerde daire fiyatları aşağılara göre daha ucuz olsa da, inşaat maliyeti daha fazladır. Dolayısıyla tepelerdeki orman alanlarında bulunan özel arsalarda yapılaşmanın, ulaşımı kolaylaştırmadıkça önemli bir cazibesi yok. Peki, tepelerde ev yok mu? 19. yüzyıl sonlarında yapılmış tek tük köşkler dışında, müslümanların Adalar’a göçüyle oluşan ihtiyaca binaen tepelerdeki ucuz arsalara tek ve iki katlı evler yapılmıştı. Ayrıca, 1950’den sonra gelir seviyesi düşük olanlar Hazine ve orman alanlarına gecekondular da yaptılar. Adalar’daki yapı stoğunun yerleşmesine bakılırsa, bu fark görülür. Dolayısıyla kolay ulaşılamaması buralardaki yapılaşmaya hafifsenmeyecek engel oluşturmuştur. Akülü ve ringli toplu taşımanın buralara ulaşımı kolaylaştıracağını söylemeye bile gerek yok.

Bu tür yapılaşmayı kamu idareleri engellesin demek de kaçak güreşmektir. Kamunun böyle bir derdi yok. Olsaydı, Adalar bu hale gelmezdi. Olsaydı, imar barışı getirilmezdi. Olsaydı, 12 Eylül’den sonra, imar planı olmadığı için, “geçici imar şartları” adı altında müteahhitlere gün doğurulmazdı. Şimdi de imar planının iptal edilmesi üzerine yine, “geçici dönem yapılaşma koşulları” gibi bir cinayet düşünülüyor olmazdı. Özetle, zor ulaşacağın yere veya yürümeyi göze alamayacağın yere ev yapmazsın. Müteahhit de yapmaz.

Ayrıca faytonlar olmasına rağmen Büyükada’da Seferoğlu’ndaki binalar ve otelin yapılmış olduğunu öne sürmek de anlamlı değil. Seferoğlu eskiden beri faytonların rahatça gidebildiği bir mesafedeydi zaten. Ayrıca bunların yapılmış olması yerel-merkezi idarelerin basiretsizliğindendir. Yani, bunları örnek göstererek, “faytonlar olmasına rağmen yapılaşma oluyor” demek herhangi bir iddianın ispatı değildir.

FAYTONLAR ve TURİZM

Atlara eziyet çektirdiği söylenen iç ve dış turizmin Büyükada’da yoğunlaşması yanlış turizm politikasındandır. Adalı kuruluşlar diğer adaların turistik tanıtımını daha fazla yapmalılardı. Turizm şirketleriyle Türsab ile bu yönde ilişki kursalardı. Yanlış yapmışlar ve bu yanlış misliyle cevap vermiştir. Fakat bugün bile Büyükada’daki bu olağandışılığının önlenmesi mümkün. Aklımıza tabii ki, 80 sene öncesinin iskelelerde yapılan kıyafetli-kıyafetsiz ayrımını önermek gelmiyor, fakat bugün bunu istediğimiz gibi bir söylemi gündeme getirip fayton yanlılarını itibarsızlaştırmak hiç hoş değil.

Birçok yöntem olduğunu bu işlerle uğraşanlar muhakkak bizden iyi bilirler. Buyurun, size bir yöntem önerelim: İç ve dış ziyaretçiler biletlerini en fazla iki tane olmak üzere internetten alırlar, toplu bilet alınamaz. Her sefer için istiap haddine uygun sınırlı sayıda bilet satılır. Sefer sayısı belli, bilet sayısı belli, hepsi bu kadar! Böylece Adalar’a gelen turist sayısının her yıl artmaz bilakis düşer. Atların sağlığı açısından faytonların büyük tura girmesi bariyerle yasaklanır. Sadece yayalar ve bisikletler girmelidir. Gücüne kuvvetine güvenen yapsın turunu. Turistlere toplu taşımla hizmet vermek, aynı zamanda tepelerdeki ve ormanlık alanlardaki, örneğin büyük turdaki özel mülkiyet alanlarına ulaşımı da sağlayacağı için bu gibi yerlerdeki yapılaşma sorununu da ıskalamamak gerekir. Çünkü toplu taşımın en azından pik saatlerde ring yapacağı için bu alanlara sağlanacak gidiş dönüşler buraların yapılaşma cazibesini artıracaktır.

Bu önlemlerle bile ziyaretçi sayısı bugüne göre azalır. Ziyaretçi sayısı azaldığında otel, motel, pansiyon sayısı, lokanta sayısı, kiralık bisiklet sayısı da kendiliğinden azalır. Kıyı işgallerine de son verdin mi, Adalar’a sadece faytona binmek için gelinmesi de azalır.

Öte yandan, Adalar ekonomisinin artık bu ziyaretçilerle döndüğünü söylemek de mânâsız. O zaman insana sorarlar, sizin lokantanız mı var, yoksa moteliniz mi, yoksa kafeniz mi var, yoksa kıyıdan çevirdiğiniz plajınız mı, yoksa Orman İdaresi’nden kiraladığınız mesire yeriniz mi? Eğer yoksa bunları dert etmeyin, olanlar etsin! Bunlar için işleyen ekonomi de artık dönmesin. Adalar ekonomisini bunlar döndürmüyor, bunlar başka alanlara hizmet eden rant yaratıyor. Bisiklet kiralayanların, lokantası ve moteli olanların bir kısmı bir süre sonra bir tane daha açıyorlarsa, daha sonra müteahhitliğe başlıyorlarsa, bunların Adalar’ın ekonomisi için yararlı olduğunu söylemek, Adalar’ın içine edilmesine onay vermektir. Adalar böyle “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” sistemiyle kapitalist saldırıya açık yerler değildi, şimdi de olmamalıdır; hele hele Adalar’ı rant kapısı olarak görmeyenlerin bu durumu öne sürmesi, bu şartlara teslim olmaktan başka bir şey değildir.

Bizzat yaşayarak gördüğümüz üzere; ‪60-50-40-30‬ sene öncesinde Adalar esnafı aç mı kalıyordu, ekonomi yok muydu, marketler mi vardı? Bırakın bunları artık, hiçbir geçerliliği yok çünkü. Evet, Adalar, Adalar olmaktan çıkarıldı, duyarsızlıktan, umursamazlıktan, boşvermişlikten, yasa ve yönetmelikleri uygulamamaktan. Eğer bunların devam etmesinden yanaysanız ve bunların yarattığı sonuçları göstererek “faytonlar olmuş olmamış fark etmez” diyerek kaldırılması gerektiğini söyleyebilir miyiz?

FAYTONLAR DEĞİL AT KÜLTÜRÜ MİRASTIR

Faytonlarla ilgili olarak kültürel mirastan söz etmiyorum, çünkü kültürel miras insan merkezli bir tanımlamadır. Fakat Adalar’da elbette sosyo-kültürel, tarihî, ekolojik, mimarî miras var. İçlerine edildi, ama hâlâ var. Adalar’a akın önlenemezse bunlar da kalmayacak. Bu yüzden üzerilerine titriyoruz, ilgileniyoruz ama gücümüz az. Gücümüzü artırmak için birçok yayınlar yapıyoruz ama yanımızda hiç bir hayvansever ve hayvan hakları savunucusunu görmüyoruz. İnanılacak şey değil ama böyle.

Şüphesiz insan merkezli olmayan kültür yok. Şimdi at kültüründen bahsetsem o da insan merkezli olacak. Bahsetmeyeceğim çünkü insan merkezliliğine takılıp mazrufuna değil zarfı üzerine yapılacak demogojiye fırsat yaratmak istemiyorum. At kültürünü merak eden bulur öğrenir.

ATLARIN SÖMÜRÜLMESİ VE KÖLELEŞTİRİLMESİ

Atların sömürülmesi ile özgürlüğü bahsinden de birkaç cümle etmem gerekiyor zira bunlar hayvanseverlerin ve hayvan haklarını savunucularının en önemli argümanlarından. Bakalım nereye varacağız?

İnsan dünyanın hâkimi dolayısıyla hem kendi cinsi —isterseniz tür deyin— hem diğer cinsler üzerinde her şartta ve zamanda hâkimiyet kurmuş, kurmaya devam ediyor. Zaten binlerce yıldır da bunu yapmış. Sorunsalın iki yanı var: Biri bu hâkimiyet, diğeri insanın tarihsel süreç içinde ayrı bir tür haline geldiği. Somut durum bu ama doğada hakikaten ayrı bir tür var mı? Eğer bir dinî inancın yoksa, bilim insanlarının Charles Darwin’den beri doğada tek tür olduğu, insan dahil tüm canlıların doğal seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan türediğini kabul ediyoruz demektir.

Bu olguları dikkate alarak, “öznel/nesnel olarak hâkimiyetimiz altındaki diğer canlı varlıklarla ilişkilenmemiz özgür ve sömürüsüz şekilde nasıl olacak?” sorusu önem kazanıyor. Tarihî süreç içinde birlikte yaşarken, açlığı gidermek için birbirimizi yiyerek karınlarını doyururken, insan ayağa kalkıp ateşle birlikte alet yapmaya başladıktan sonra diğer canlılara üstünlük kurdu artık kendini yedirmiyor, diğerlerini yiyordu. Fakat yaşamın birlikteliği sürüyordu. İnsanın hayvandan ihtiyacına göre yararlanmasıyla bu durum “idare eder” şekilde sürüp gitti. İnsanın kapitalist sistemde endüstriyel üretime geçmesiyle bu idare eder durum son buldu. Bundan sonra beraber değil, bütünüyle insan merkezli bir hayata geçildi. Bu, insanlarla diğer canlı varlıkların kökten kopuşuydu. Artık çeşitli saiklere bağlı olarak ihtiyaç dışı, sadece kâra dayanan üretim ve satımı öngören saldırgan bir üretim nesnesi haline dönüştü diğer canlı varlıklar. Buradan Adalar’a, atlarla gelirsek; birlikte mi yaşayacağız ayrı mı? Bu şekilde birlikte yaşadığımızda atların, hayvanseverlere göre “özgürlüğü” olmadan “sömürülmesi” söz konusu olacak.

Ayrı yaşamamıza dair ise iki seçenek çıkıyor karşımıza. Atlar ya yılkı sisteminde, “kontrollü” bir hayatla beslenecek veya tamamıyla kendi halinde “tam özgür ve sömürüsüz’ fakat insanlar tarafından beslenmeden yaban hayatı yaşayacak.

Yılkıdaki kontrolde, yine özgürlüklerinin ve bazı durumlarda hayat haklarının engellenmesi gerekecek zira atların fazla üremesinin engellenmesi, dengenin korunması, zarar vermesinin önüne geçilmesi lâzım. Yani, Konya’da yılkı atalarının bir bölümünün öldürülmesi gibi.

İnsan tarafından “özgür ve sömürüsüz” yaşamaları için diğer seçenek, Savannah büyüklüğünde bir otlak bulduk diyelim, kendi hallerine bırakmak. Varsayalım, atlar olduğu gibi kendi haline bırakıldığında özgür olacaklar mı? Nâzım’ın vatan hainliğiyle suçlaması üzerine yazdığı şiirini biraz değiştirerek söylersek; “Özgürlük Savannah’ta gebermekse açlıktan, sömürülmeden yaşamak soğukta titremek ve hastalıktan kıvranarak ölmekse eğer, söylemekten kaçınmayacağım, bırakın atlar ‘özgür’ olmadan ve ‘sömürülerek’ yaşasın.”

Bu önermeler beğenilmediyse rica ediyorum, atların özgür ve sömürülmeden yaşaması için fakat insan bağlamlı olmayıp, doğasal, doğal, yaban, yabanıl bağlamlı bir çözüm bulun. Ben katılacağım, fayton sevenler de katılacaktır eminim.

Haydi, pamuk eller kaleme…

H. Cevad Özdil
18.09.2019


Yorum bırakın

Kategoriler