Kendini Bilmek İçin Kitap

"Ruhsal enerjide ilk basamak insanın kendini bilmesidir. Kendini bilen insan maneviyatını keşfeder ve yolculuğuna başlar." Lao Tzu

İnsanlık Değişebilir Mi? J.Krishnamurti

İnsanlık Değişebilir Mi? J.Krishnamurti

“Sorun, kırk yıldır söylenenleri taş kesilmiş kalbiyle, tek bir göz yaşı dökmeden olup biteni gören ve bu konuda hiçbir şey yapmayan, kalbi kırık ve sevgisiz olan zihni bir sürü sözcük ve teoriyle dolu, öncelikle kendini önemseyen insanoğlunun yüreğini nasıl yeniden sevgiye açabileceğidir. Asıl sorun budur…”

— Krishnamurti

Merhaba

Dünyada olup bitenler insanlık bilincinde temel bir değişime duyulan gereksinimi mi işaret ediyor ve böyle bir değişim olası mı? Gerek Krishnamurti’nin, gerekse Buda’nın öğretilerinin temelinde tartışılan ana sorun budur. Ünlü Budist bilge Walpola Rahulaj Krishnamurti’nin eserlerini okuduktan sonra bunu sorgulamak amacı ile 1978 ve 1979 yıllarında İngiltere’deki Brockwood Park’a geldi. Sri Lanka’daki Budist Üniversitesi’nin ve Pali Öğretileri’nin başına geçecek olan Walpola Rahula, Budizm’in Theravada ve Mahayana ekolleri konusunda tanınmış bir otorite idi. Dünyanın çeşitli üniversitelerinde konferanslar vermekteydi ve Encyclopedia Britannica’da Budizm’le ilgili bölümün yazarıydı. Aynı zamanda Budizm’e girişle ilgili çok iyi bilinen ve birçok dile çevrilmiş bulunan Buda’nın Öğretileri adlı eseri kaleme almıştı. Yanında tanınmış bir Zen Budizmi eğitmeni olan ve yıllardır Londra Budist Cemiyeti kütüphanesinde çalışan Irmgard Schloegl bulunuyordu.

Doktor David Bohm ile bilimadamı ve yazar Phiroz Mehta’nın da katıldığı söyleşinin başında Dr. Rahula kendimizle, başkalarıyla, yaşam ve ölümle ilgili görüşlerimizde önemli bir değişiklik gereksinimi üzerinde duruyor. Kişilik tanımı, gerçeğin göreceli mi yoksa nihai mi olduğu ve sezgi ile bilinçli kavrayış arasındaki ayrımı konularında Buda ve Krishnamurti’nin benzer savları bulunduğunu ileri sürüyor. Aynı zamanda Krishnamurti’ye Buda’nın özellikle meditasyon ve satipatthnna ya da “farkındalık” içinde uygulanan meditasyon konusunda yüzyıllardan beri süregelen öğretilerinin birçok açıdan yanlış anlaşıldığını ve yanlış yorumlandığını açıklıyor.

Buna karşılık, söyleşinin her evresinde Krishnamurti, Dr. Rahula’nın iddialarını doğrulamak ya da çürütmek yerine tartışmayı farklı bir alana taşıyor. Neden bir kıyaslama yapmalı, diye soruyor. Böyle bir kıyaslamanın ne yararı var? Neden Buda’yı bu tartışma içine katmalı? Son derece nazik ve kibar bir şekilde Walpola Rahula’ya bu söyleşiye bir Budist olarak mı yoksa bir insan olarak mı katıldığını, insanlığın ruhsal açıdan gelişmekte olduğuna inanıp inanmadığını ve “sevgi” sözcüğünden ne anladığını soruyor.

Öte yandan Dr. Rahula söyleşinin büyük bir bölümünde Buda’nın öğretileri ile Krishnamurti’nin söyledikleri arasında bir paralellik çizmeyi sürdürüyor; dolayısıyla sorgulayan bir okur bunu çok ilginç bulacak. Bu arada tümüyle farklı bir şey de yaşanmakta. Krishnamurti örneğin kişiliğin oluşması üzerinde tekrar tekrar durduktan sonra Dr. Rahula ve diğer katılımcılara şunu soruyor: Bunu görebiliyor musunuz? Burada görmek sözcüğünün kullanımı önemli, zira söz konusu olan, bilincin ve aynı anda eylemin büyük çapta farklılaştığını derinlemesine ve apaçık görmek. Aynı zamanda Krishnamurti, savunduğu görüşü katılımcıların yanıtlamalarından çok üzerinde durmalarını istediği bir dizi soru sorarak ortaya koyuyor; hazır bulunanlar bu ayrımı her zaman kolayca yapamamaktalar.

Dolayısıyla tartışma yabancısı olmadığımız bir alana kaymakta; davranışlarımızı değiştirmemizi sağlayacak derin bir anlayış yerine söylenenleri anlamak. Aramızda yaptığı bir işe bakıp, “Bunu neden yaptığımı görebiliyorum, aslında yapmamam gerekirdi” diyen ama kısa bir süre sonra sonra aynı şeyi yeniden yapanlar mutlaka vardır. “O eleştiriyi kişisel olarak algılamamalıydım. Böyle konuşmamalıydım, bu hiçbir yarar sağlamadı.” Böyle durumlarda kişi davranışının ne denini ve böyle davranmaması gerektiğini apaçık görür ama sonra aynı tavrı tekrarlar. Başka bir deyişle, davranışımızla ilgili anlayışımız sadece sözel ya da zihinseldir ve kesinlikle “Şimdi gerçekten anladım” derken kastettiğimiz köklü sezgiden yoksundur.

Öyleyse kişide köklü bir değişimi gerçekleştiren nedir? Sonsuz ve değişmez bir farkındalık oluşturan? Tüm bu söyleşi sırasında inceden inceye değinilen soru budur. Walpola Rahula tekrar tekrar tüm doğru sözcükleri kullanmakta ve Krishnamurti, Budist tartışmacının bu sözcüklerin içerdiği gerçeğe ulaşabileceğini yadsımamaktadır. Öte yandan Krishnamurti onu daha ileri gitmesi, bu görüşün nasıl oluştuğunu açıklaması ve böylesine duru bir zihnin yapısını ve niteliğini tartışması için yüreklendirmektedir. Aslında bu buluşmanın asıl amacı budur.

Bu kitabın çoğunluğu bu beş söyleşiden oluşmakta. Öte yandan, bu söyleşiler görüş açıları önündeki önemli engelleri de içerdiğinden kitabın son bölümü Krishnamurti’yi dinledikten sonra değişmediklerinin ayırdına varanların yanıtlaması gereken sorulara ayrılmıştır. Bu sorulara verilen çeşitli ve kimi zaman güçlü yanıtlar Krishnamurti’nin öğrencileri ve Budistler için olduğu kadar bu iki grubun dışındaki okurlar için de ilginç olabilir.

Bu buluşmadan çıkarılacak ders nedir? Bu sorunun yanıtı, eğer varsa, okura bırakılmakta…

Birinci Bölüm

  • Söyledikleriniz Aslında Buda’nın Dedikleri Değil Mi?

Walpola Rahula : Sizin ve Buda’nın öğretilerinde daha az önem taşıyan ama ilginç olan diğer bir nokta var. Sanırım Bilinenden Kurtulmak’ta kontrolün ve dışsal disiplinin geçerli olmadığını, disiplinsiz yaşamın hiçbir değer taşımadığını ileri sürüyorsunuz. Bunu okuduğumda sayfanın kenarına şöyle bir not aldım: Bir Brahma rahibi Buda’ya şu soruyu yöneltiyor: Bu ruhsal yüceliğe nasıl ulaştınız hangi kurallar, disiplin ve bilgi ile? Buda’nın buna yanıtı: Bilgi ile değil, disiplin ile değil, kurallar ile değil, ama onlarsız da değil. Önemli olan bu; bunlarla değil ama bunlarsız da değil. Sizin de söylediğiniz aynen bu: disiplinin kölesi olmayı reddediyorsunuz ama disiplinsiz bir yaşamın da hiçbir değeri olmadığını söylüyorsunuz. Zen Budizm de aynen böyle. Zen Budizm yoktur, Zen, Budizm’dir. Zen’de disiplin kölelik, bir bağlantı olarak görülür ve kesinlikle kınanır ama dünyada disiplinin öne çıkmadığı hiçbir Budist inanış yoktur.

Üzerinde konuşacağımız daha birçok konu var ama başlangıç olarak bu konuların temelinde tam bir fikir birliği olduğunu, sizinle Buda arasında hiçbir aykırılık bulunmadığını söylemek istiyorum. Aslında, belirttiğiniz üzere, siz bir Budist değilsiniz.

KRISHNAMURTI: Hayır efendim.

WR: Ve ben de olduğumu bilmiyorum ama bu önemli değil. Öte yandan sizin öğretilerinizle Buda’nınkiler arasında hemen hiçbir fark yok; yalnızca siz aynı şeyi bugünün ve yarının insanlarının dikkatini çekecek şekilde dile getiriyorsunuz. Ve şimdi tüm bunlar hakkında ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.

K: İzin verirseniz sormak istiyorum efendim, neden bir kıyaslama yapıyorsunuz?

WR: Çünkü kitaplarınızı Budist metinleri incelemiş bir Budist bilge olarak okuduğumda her şeyin aynı olduğunu görüyorum.

K: Evet efendim ama neden kıyaslama gereği duyduğunuzu sormak istiyorum.

WR: Böyle bir gereksinim duymuyorum.

K: Eğer Buda’nın tüm sutralarını ve öğretilerini bilen bir Budizm uzmanı olmasaydınız ve Budizmi son derece derinden incelemiş bulunmasaydınız, tüm bu bilgilere sahip olmadan bu kitapları okurken ne düşünürdünüz?

  • Benlik Olmadan Ruh Hali Oluşabilir Mi?

WR: Budist öğretide bilginin üç düzeyi bulunur. Öğrenme, kitaplar ve öğretmen aracılığı ile bilgeliye ulaştığımız ve kişiliğimizi tanıdığımız birinci düzeye shrutamaya- prajna denir. Sonra düşünerek ve edindiğimiz bilgi ile meditasyon yaparak, hala sözcükleri ve dili kullandığımız gelişmişlik düzeyi chintamaya- prajna dır. Öte yandan en yüksek düzey bilgelik sözcüklerin ötesine ulaşır; hiçbir sözcük , isim, terminoloji bulunmayan bu düzey bhavanamaya- prajna dır. Burada nesneyi sözcük olmadan görürüz. Sanırım bir nesneyi gördüğümüzde tüm düşüncelerimizin ve biriktirmiş olduğumuz anlamların yok olduğundan söz ederken bunu kastediyorsunuz.

Budist terminolojisindeki arahant sözcüğünü bilirsiniz. Bir arahant gerçeğin ayırdına varmış, özgürleşmiş kişidir. Bu çok iyi bilinen bir deyimdir ve Buda’nın öğrencileri ve diğer birçok kişi sık sık ölümünden sonra bir arahant’a ne olduğunu sorarlar. Birisi, “Öldükten sonra var oluyor mu?” diye sordu. Buda, “Hayır” dedi. “Öyleyse onun var olmadığı söylenebilir mi?” Buda, “Hayır,” dedi. “Demek hem var, hem de yok?” Buda, “Hayır, bu düzeyde var olmak’ ya da ‘yok olmak’, ‘var’ veya ‘yok’ tanımları kullanılamaz,” dedi. Bu tanımlara dört kotis ya da aşırı uçlar deniyor. Kıyasi ve ikicil olan tüm bu terimler yalnızca bu dünyadaki bilgilerimiz ve deneyimlerimiz kapsamında kullanılıyor. Oysa bu son düzey bu dünyanın ötesinde, bu yüzden bu sözcüklerin hiçbirini kullanamayız. Bu soru Buda’ya defalarca soruldu ve onun yanıtı böyleydi. Bu konuda siz ne diyorsunuz? Buda, “Onun var olduğunu ya da var olmadığını söyleyemezsiniz,” diyor.

K: Efendim, yaşamanın ve ölmenin ne olduğunu, ölen ya da ölmek üzere olan kişinin ruh halini hep birlikte gözden geçirebilir miyiz? Bunu böyle ifade etmem sorunuzun yanıtınl bulmanıza yardımcı olabilir mi?

WR: Bilemiyorum.

K: Bakını sanırım arahant Hindu öğretisinde de yer alıyor. Bu konuda herhangi bir kitap okumadım ama insanlarla görüştüm. Bildiğim kadarıyla tün dünyada insanlar ölümle ilgili inanışları inceliyor ve ölümden sonra hayat olup olmadığını sorguluyor. Bir devamlılık yoksa yaşamanın ne anlamı olabilir? Hayat zaten zorluklarla, gerginliklerle, korkularla dolu felaket bir olay, bu yüzden gerektiği gibi ve doğru biçimde yaşamanın bir ödülü yoksa dürüst, iyi kalpli ve asil olmanın ne yararı var? Sorunuzu bu açıdan irdeleyebilir miyiz? Yoksa hiçbir kişiliği bulunmayan bir ruh hali üzerinde mi durmak istiyorsunuz?

K: Bir arahant ya da özgürlüğe kavuşmuş kişi neden ölüm denilen sona ulaşıncaya kadar beklesin? Benliğin kökeninde düşüncenin zaman ve mekân içinde buradan şuraya kadarki deviniminin yer aldığının ve düşünceden kaynaklanan tüm uyuşmazlıkların, üzüntülerin ve karışıklıkların benliğin kendisi olduğunun farkındayız. Öyleyse düşünce sonlandığında bu da bir tür yaşarken ölmektir.

  • Özgür İrade, Eylem, Sevgi, Kimlik Belirleme ve Benlik

K: Aşağı yukarı. Batı felsefesine pek aşina değilim ama görüştüğüm kişiler bu konuda fazla bilgili olmasalar bile iradenin pek insani olmadığım, tam anlamıyla arzu olmadığını, kendi kendinize geliştireceğiniz bir şey olmadığını düşünmeme yol açtılar. İrade orijinal günahtan, orijinal T oluşuyor. Öte yandan eğer tüm bu teorik, sorunlu ve daha ziyade batıl inanca dayanan şeyleri bir yana bırakırsak, irade nedir, seçim nedir ve hangi eylemde seçim ve irade yer almaz? Anlıyor musunuz? Sorun burada. İradeye dayanmayan hiçbir eylem var mı? Buda’nın bu konuda ne söylediğini bilmiyorum.

GN; Sezginin irade ile hiçbir ilgisi olmadığını söyleyebilir misiniz?

K: Ah, bunun irade ile, istek ile ya da anı ile hiçbir ilgisi yok.

GN: Öyleyse sezgi, iradeden ve aynı zamanda değerlendirmeden tamamen özgür bir şey.

WR: Evet, sezgi görmektir. Ve bu görüşte hiçbir seçim, hiçbir ayırım, hiçbir yargılama, hiçbir ahlaki ya da gayriahlaki değer bulunmaz. Sadece görürsünüz

GN: Öyleyse sezgi irade ya da değerlendirme sonucu oluşmaz.

  • Gerçek Nedir?

WR: Size bir şey sormak istiyorum. Hepimiz gerçekten, kesin gerçekten, nihai gerçekten söz ederiz, bunu algılamaktan ve bunun farkına varmaktan; her zaman bu konuda konuşuyoruz. Buda’nın öğretisine göre bunlar çok önemli, hatta temel hususlar. Budha çok net olarak yalnızca bir gerçek olduğunu, ikinci bir gerçeğin olmadığını söylüyor -ekam hi saccam na dutiyan atthi—. Oysa bu hiçbir zaman apaçık bir biçimde tanımlanmadı. Aynı zamanda gerçek nirvana ile eşdeğer tutuluyor. Nihai ya da kesin gerçek terimleri nirvana ile eşanlamlı olarak kullanılıyor.

Nirvana, çoğunlukla soyut terimler dışında hiçbir zaman tanımlanmamıştır. Eğer somut olarak tanımlanmazsa bir metafor, bir sembol olarak kalacak. Bildiğiniz gibi Buda’nın Theravada, “kamillerin geleneği”, denilen özgün bir öğretisi bulunuyordu. Sonra yaklaşık MÖ birinci yüzyılda Buda’nın daha özgür bir yorumu olan Mahayana gelişmeye başladı. Ve bodhisattva Vimalakirti’ni öğretisi olan Vimalakirtinindesha-sutra adında çok güzel bir Mayahana metni oluştu. Ustanın evinde Bodhisattvaların ve öğrencilerin katıldığı geniş bir toplantıda şu soru soruldu: “İkiliksizlik nedir?” “İkiliksizlik kesin gerçek ya da nirvana için kullanılan bir başka sözcüktür. Sanskritçede advaya olarak geçer.

K: Evet, Sanskritçede advaita.

WR: Hayır, adaita advaya’dan farklıdır.  Vedanta advaita, “Sen dünyasın, hiçbir farkın yok” anlamına gelir. Budist terminolojide advayanın anlamı “ne var olmak, ne de yok olmak”tır. Bu da geleneksel dünyada ikilik olduğunu söylüyor, yani ya öyledir ya böyle, ya vardır ya da yoktur, ikisinden biri doğru ya da yanmıştır, yani Buda öğretisinde davaya. Buda’ya göre dünya dvayaya bağlıdır. Oysa Buda öğretisini bu yanlışa düşmeden aktarır. Sorulan soru “Advaya nedir?”idi. Çeşitli bodhisattvalar ve öğrenciler otuz iki tanım yapmışlardı. Bu yüzden toplantıda Vimalakirti’ye görüşü soruldu. Çok ilginç; sutra’ya göre Vimalakirti’nin bu soruya yanıtı müthiş suskunluk oldu.

K: Kesinlikle.

WR: Konuşursanız bu ikiliksizlik olmaz. Oxford’da bir dizi konferans verirken bir profesör bana “Bu ikiliksizliği ya da gerçeği kısaca açıklayabilir misiniz?” diye sordu. Ben de açıkladığınız anda bu ikiliksizlik olmaktan çıkar, açıklandığı anda ikilik olur, dedim, Bu yüzden yıllar önce Vimalakirtiye sordukları gibi ben de bugün size soruyorum: Gerçek ne, kesin gerçek ne, nihai gerçek ne, sizin indinizde ikiliksizlik nedir? Anlatın bize. Hodri meydan.

K: Beyefendi siz gerçekle doğru arasında bir fark olduğunu mu düşünüyorsunuz? Doğru, sözcüklerle ölçümlenebilir mi? Gerçek ile doğru arasında bir ayırım yapabilirsek belki bu soruya daha fazla eğilebiliriz. Gerçek nedir? Res sözcüğü “nesne” demek. Nesne nedir? Düşüncenin yarattığı her şeyin gerçek olduğunu söyleyebilir miyiz? Düşüncenin oluşturduğu tüm yanılsamaların,’ tanrıların, çeşitli mantraların, ritüellerin, bunların dünyadaki yansımalarının, katedrallerin tapınakların, camilerin ve bunların içerdiklerinin? Gerçek budur. Bir mikrofon gibi; düşünce tarafından oluşturulmuştur oradadır ve gerçektir. Oysa doğa düşünce tarafından yaratılmamıştır. O vardır. Yeryüzünün güzelliği, ırmaklar, denizler, gökyüzü, yıldızlar, esen rüzgarlar. Öte yandan biz insanlar doğayı kullanarak bir şeyler, ürettik, evlerimiz, iskemlelerimiz gibi. Demek istediğim, harika bir katedral, çok güzel bir resim, tüm bunlar düşüncenin sonuçlarıdır. Öyleyse düşüncenin yarattığı, bir araya getirdiği her şeyin gerçek olduğunu söyleyebilir miyiz?

MARY ZIMBALIST: Nesnelerin güzelliğinden söz ederken gerçek güzellik özelliği mi yoksa nesnenin kendisini mi gerçek olarak alıyor, güzelliğin başka bir nitelik olduğunu mu söylüyorsunuz? O nesnenin güzelliği fikrini de bu kategoriye dahil ediyor musunuz?

K: Nesnenin kendisi güzel olabilir ya da kişi kendi başına güzel olmayan bu nesnede bir güzellik görebilir. Bu yüzden, düşüncenin yarattığı yanılsamaların ve teknolojik bilgi vesaire ile oluşturduğu maddi nesnelerin hepsinin gerçek olduğunu söyleyebilir miyiz efendim?

WR: Evet. Buna bir ekleme yapabilir miyim? Budist düşünceye, Budist öğretiye göre bir de göreceli doğru ya da gerçek var.

K: Henüz “doğru” ve “gerçek” sözcüklerini kullanmayalım.

WR: Evet. Gerçek diyelim. Gerçek göreceli ve kesindir.

 K: Tabii ki.

WR: Söyledikleriniz tümüyle onaylandı. Gerçek bu.

K: Yani düşüncenin yarattığı her şey gerçek. Rüyalar, tüm duyular ve duyusal tepkiler, tüm teknolojik dünya, düşüncenin oluşturduğu edebiyat, şiirler, tablolar, yanılsamalar, tanrılar, semboller; tüm bunlar gerçek. Bunu kabul ediyor musunuz?

PHIROZ MEHTA: Evet, ama “gerçek” sözcüğünün bir anlamı var, aynı zamanda çağrışımları da. Ve yüzyıllar boyu insanlar daha çok onun çağrışımlarından nihai gerçek olarak söz etme eğiliminde oldular.

  • Ölümden Sonra Yaşam,

K: Beyefendi, siz ölümden sonra yaşam olup olmadığını sormuştunuz.

WR: Bu konuda birkaç söz söyleyebilir miyim? Bunu size sormak istiyorum çünkü bildiğim kadarıyla tüm dinler ölümden sonra bir yaşam olduğu varsayımını kabul ediyor. Budizm ve tabii ki Hinduizm şimdiki yaşamdan önce bir değil birçok yaşamın var olduğuna inanmakta. Hindu ve Budist öğretiler böyle. Öte yandan, gene bildiğim kadarıyla, Hıristiyanlık ölümden sonra bir tek yaşam olduğuna inanıyor, cennette ya da cehennemde.

K: Evet efendim, Müslümanlar da öyle.

WR: Doğru, Müslümanlar da. Diğerleri hakkında fazla bilgim yok ama sözünü ettiğim dinler ölümden sonra bir yaşam olduğu kanısındalar, sanırım Zoroastrianizm de. Ve tabii ki Budizm dışındaki tüm bu dinlere göre insanoğlunda başka bir bedene geçen ya da yeniden doğan ruh, benlik atman, değişmeyen, sonsuz ve kalıcı bir yapı bulunuyor. Budizm böyle sonsuz, kalıcı ve değişmez bir benliği, atmanı ya da ruhu veya egoyu kabul etmiyor. Budizm insanoğlunun beş psikofiziksel bölümden ya da Budist terimleriyle isim ve biçimden oluştuğu görüşünde.

İkinci Bölüm

  • Neden Değişmiyoruz?

K: Bizlerin yarattığı bu korkunç dünyada yaşayan insanlar olarak kendimizde radikal bir değişim oluşturabilir miyiz? Aslolan bu. Bazı düşünürler koşullandırılmanın kökten değiştirilmesinin mümkün olmadığına, ancak üzerinde çalışılabileceğine inanıyorlar ama koşullandırılmanın temel niteliğini değiştiremiyorsunuz. Böyle düşünen çok insan var; varoluşçular vb. Böyle bir koşullandırılmayı neden kabulleniyoruz? Umarım sözlerimi izleyebiliyorsunuz. Bu gerçekten çılgın dünyayı oluşturan koşullandırılmamızı neden kabulleniyoruz? Barış istiyor ve silah yardımı yapıyoruz, barış isterken bir yandan da birbirimizi milliyet/ ekonomik ve sosyal açıdan dışlıyoruz, bizler barış isterken tüm dinler ve onların örgütleri aramızda ayrım yapıyor. Kendi içimizde olduğu kadar dışımızda da büyük çelişkiler var. İçimizde ve çevremizde olup biteni fark eden biri var mı, merak ediyorum. Çoğumuz dışımızda olup bitenden haberdar; bunu görmek için zeki olmak gerekmiyor, sadece gözlemlemek yetiyor. Ve oradaki karmaşa kısmen koşullandırılmış olmamızdan kaynaklanıyor. Bu durumda bizim radikal bir değişim gerçekleştirmemiz mümkün mü, diye soruyoruz. Çünkü ancak o zaman birbirimizi gerek psikolojik gerekse fiziksel açıdan incitmeyeceğimiz iyi bir toplum oluşturabiliriz?

Kendimize bu soruyu sorduğumuzda verdiğimiz başlı. ca tepki nedir? Kişi yalnızca bir İngiliz, bir Alman ya da bir Fransız olarak değil aynı zamanda çeşitli tutkular, inançlar, mutluluklar, uyuşmazlıklar ve de psikolojik çatışmalar ile de koşullandırılmakta. Tüm bunlar ve daha fazlası bu koşullandırılmaya yol açıyor. Buna daha sonra değineceğiz. Kendimize şunu sormaktayız —umarım hepimiz aynı düşüncelere sahibiz— bu koşullanma, ıstırap, yalnızlık, endişe, kişisel önyargı, istekler, mutluluklardan oluşan bu hapishane —bu koşullandırılma, bilincimiz ve bunun farkında oluşumuz— tüm bu yapı değiştirilebilir mi? Aksi halde dünyada asla barışa ulaşamayacağız. Belki ufak değişiklikler oluşacak ama insanoğlu kendisiyle ve çevresiyle sürekli çatışma halinde savaşmaya kavga etmeyi sürdürecek. Bu yüzden bu soruyu soruyoruz: Birlikte bunun üzerinde düşünebilir miyiz?

Sonra bir başka soru ortaya çıkıyor: Ne yapılabilir? Kişi koşullanmış olduğunun farkında, bunu biliyor, Bu koşullanma onun kendi tutkularından bencil eylemlerinden ve başkalarıyla ilişki kurmaktaki başarısızlığından, yalnızlığından kaynaklanıyor. Kişi bir sürü insanla birlikte yaşayabilir, yakın ilişkiler içinde olabilir ama her zaman içinde bir boşluk vardır. Tüm bunlar aklen, psikolojik, duygusal ve tabii ki fiziksel olarak koşullandırılmamız yüzünden. Peki bu tümüyle değiştirilebilir mi? Bence asıl devrim budur. Hiçbir şiddet içermeyen gerçek devrim.

Bunu hep birlikte gerçekleştirebilir miyiz? Ya da siz bunu başarsanız, koşullandırıldığınızın farkına varıp bu sorunu çözseniz bile bir başkası koşullandırılmış olacaktır; bu kişi bir başkasına kulak verecek midir? Belki siz koşullandırılmanızın üstesinden geldiniz? Ben size kulak verecek miyim? Sizi dinlememi ne sağlayacak? Nasıl bir baskı, etki ya da ödül? Sizi tüm kalbimle, aklımla, tüm varlığımla dinlememi sağlayacak olan ne? Çünkü kişi böylesine dinleyebilirse belki bir çözüme ulaşılabilir. Koşullandırılmış olduğunu bilen -eğer yeterince akıllıysak çoğumuz bunun bilincindeyiz— bir insanı bu değişikliğe iten ne olacak? Lütfen bu soruyu kendinize sorun, her birimizin bu değişikliği gerçekleştirmemizi, bu koşullandırmadan arınmamızı neyin sağlayacağını araştırın. Bir başka koşullandırılmaya kapılmadan. Bu, Katolikliği terk edip Budist olmaya benzer.

Öyleyse her birimizi değişime zorlayacak olan nedir; herhalde hepimiz iyi bir toplum yaratmak istiyoruz? Değişim için çeşitli ödüller vaat edilir; cennet, yeni bir tür havuç, yeni bir ideoloji, yeni bir toplum yeni gruplaşmalar, yeni gurular. Ya da cezalardan söz edilir; “Eğer şunu yapmazsan cehenneme gidersin.” Dolayısıyla tüm düşünce tarzımız ödül ve cezalar ilkesine dayanmakta. “Eğer şöyle yaparsam bundan yararlanabilirim.” Oysa bu tür yaklaşım, böyle bir düşünce tarzı kökten bir değişim oluşturamaz. Ve böyle bir değişim kesinlikle gerekiyor. Eminim hepimiz bunun farkındayız. Öyleyse ne yapmalıyız?

Sorun, kırk yıldır söylenenleri taş kesilmiş kalbiyle, tek bir göz yaşı dökmeden olup biteni gören ve bu konuda hiçbir şey yapmayan, kalbi kırık ve sevgisiz olan zihni bir sürü sözcük ve teoriyle dolu, öncelikle kendini önemseyen insanoğlunun yüreğini nasıl yeniden sevgiye açabileceğidir. Asıl sorun budur…

13 yaşındayken dünya öğretmeni seçilen Krishnamurti, hayatını dünyayı dolaşarak, insanlarla yaşama ve dünyaya dair konuşarak geçirdi. Kendisine mesihlik yakıştırılmış olmasına rağmen bunu hiçbir zaman kabul etmedi. Onun için, karşılaştığı herkes başlı başına bir “birey”di. Bu nedenle öğretmekten çok paylaşmayı ilke edindi. Yine de dünya üzerindeki milyonlarca kişi ondan çok şey öğrendi.

İnsanlık Değişebilir Mi? okumayanlara tavsiye, okuyanlara bilgiyi hatırlatma amaçlı. Dışınızda gerçekleşen ve yaşamınızda bir krize yol açan bir olay sizi radikal biçimde düşünmeye ve değişmeye zorlayabilir mi? Bir aile ferdinin ölümü, bir olay, psikolojik olduğu kadar fiziksel yıkıma da yol açan bir vaka sizde köklü bir değişim oluşturabilir mi? Dışınızdaki olaylardan kaynaklanan büyük acılar, üzüntüler sizi, bir insanoğlunu, yolunu, amacını, yönünü, bencilliğini, kısıtlı ve acımasız düşünce biçimini değiştirmeye zorlayabilir mi?

Birçok savaş yaşadık ve iki olağanüstü yıkıcı, milyonların öldürüldüğü savaş içinde yer aldık. Bu savaşlarda yalnızca maddi kayıplar yaşamakla kalmayıp yakınlarını da yitiren insanların ıstırabını, şaşkınlığını ve muazzam kederini düşünün. Görünüşe göre, dışımızdaki bu olaylar ne kadar büyük olurlarsa olsunlar bize, “Bu tekrar yaşanmamalı!” deme özgürlüğünü sağlamadı.

Yazarlar sizi okumaya davet ediyor.

Sevgiyle okuyunuz…

Yorum bırakın

Previous Post
Next Post

Bir WordPress.com Sitesidir.

Kendini Bilmek İçin Kitap sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et