…
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
…
Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen
B.R. Eyüboğlu/Türküler Dolusu
13 Ocak 2018 Cuma gecesi, Münih’te bir araya gelen üç güzel insan, bir salon dolusu davetliyi, bindirdikleri uçan halıyla, binlerce kilometre uzağa götürdüler.
Biliyorum, çünkü ben de o halının üzerindeydim.
Zafer Taşdan, İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı mezunu, Türkiye’nin sayılı mey, zurna ve duduk sanatçılarından. Halen TRT İstanbul Radyosu’nun bir üyesi. 2013’de Kök ve Toprak, 2017’de Bir Varmış Bir Yokmuş albümlerini çıkartmış.
Memleketi Erzurum’un yerel gazetelerinden birinde, “Hepimizin konuşamadığı, fakat hepimizin anladığı insanlığın ortak dili” diyor onun müziği için.
Onur Gügercinoğlu da Zafer Taşdan gibi İTÜ Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuvarı mezunu bir müzisyen, aranjör ve eğitmen. Asıl enstrümanı hangisi bilmiyorum, ama o akşam gitar ve bağlamasının tellerinin bir ucunu sazlarına, bir ucunu da gönlümüze bağladı.
Süreyya Akay kendini “dünya müziğinin iyi bir dinleyicisi” olarak tanımlıyor. Hayatın her alanında olduğu gibi, müzikteki farklılıkların da birbirini besleyen, birbirine değer katan zenginlikler olduğuna inanıyor. Birlikte çalıştığı müzisyenler de, düzenlediği, içinde bulunduğu dinletiler de hep bu inancın altını çiziyor.
Kemal Sahir Gürel & Hayrani Kami’nin birlikte yaptıkları Dem-i Devran karma albümünde, bir Rumeli ezgisi olan “Kuşdili”ni söylemiş. İkisi Türkçe, ikisi Ermenice, dört ezgi seslendirdiği “Kalben” isimli bir de maxi single albümü var.
Süreyya Akay, bir yandan “Anatolian Musik Projekt” grubuyla çalışmalarına devam ediyor, diğer yandan Armoni-Ahenk Türk Müziği Topluluğu’nda korist ve solist olarak yer alıyor.
Bu üçlü, ilk kez, geçen yılın Eylül ayında “Quer durch den Orient – Doğu’nun Ötesinde” isimli bir konserde bir araya gelmiş. 13 Ocak akşamı verdikleri konserin adını ise “Klänge von Ost nach West – Doğu’dan Batı’ya Sesler” koymuşlar. Niyetlerini, halkların kardeş ezgilerini, olabildiğince geniş bir repertuvarla dinleyiciyle buluşturmak, olarak açıklıyorlar. Gerçekten de niyet ettikleri gibi, çok geniş ve etkileyici bir repertuvarla çıktılar karşımıza.
Okuyacağınız yazı, bir konser sonrası yazısı değil. Türkü yakan, türkü diyen, derleyen, notaya alan, her kim varsa, bildiğim, bilmediğim; bu yazıyla bir selam göndermek istedim. Öyle ya, çok emekleri var üzerimde. Bu yüzden de aralarda paylaştığım kayıtların tamamı konserden alıntı değil.
Hazır mısınız? Daha önce hiç gezmiş miydiniz uçan halıyla?
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.”
Y.K. Beyatlı/Kar Mûsıkîleri
Yolculuğun doyumsuz olacağı, daha konserin açılış parçasından belli oldu. Nâzım Hikmet ve Mesud Cemil. Bu iki muhteşem insanın ortak eseri, Zafer Taşdan’ın nefesinde, Onur Gügercinoğlu’nun ellerinde bilmem kaçıncı kez can buldu.
“Kanatları gümüş yavru bir kuş
Gemimizin direğine konmuş
Dağlara çıkma Karadeniz
Yavrudur yârim uçamaz bensiz”
“Pazar yerinde şarkıcılar, oyuncular ve müzisyenler karşınıza çıkarlarsa, onların sundukları armağanlardan almazlık etmeyin. Çünkü onlar sizler gibi yeryüzünün meyvelerini ve buhurunu toplamaktadırlar. Gerçi sizlere sundukları, düşlerin biçimlenmişliğinden başka bir şey değildir, ama ruhunuz için donanım ve gıdadır.”
Halil Cibran
Zafer Taşdan’ın Halil Cibran’dan alıntıladığı bu söz, tam da bizim neden orada olduğumuzu tarifliyordu: Ruhumuzu donatmak ve beslemek için.
İkinci eserin anonsu yapılınca, gözlerim doldu. Sultan Dağı Sarıkeçili Aşireti’nden Dağlı İbrahim’den alınma, güzelim Akşehir türküsü, Süreyya Hanımın, arasına dağ kekikleri, naneler, fesleğenler serpilmiş huzurlu sesiyle içimize doldu.
“Gelin gelin allı gelin has gelin
Ak elinde ben olayım tas gelin
Kalbindeki tasaları kes gelin
Ölmeyince sakın yârdan ayrılma”
Türkünün açtığı yolda, ılık bir sonbahar günü, Sultan dağlarını sağıma alıp, Afyon üzerinden Akşehir’e girdim.
“Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok”
Nâzım Hikmet/Kara Haber
27 Aralık 1939’da, Erzincan’da çok büyük bir deprem yaşanır. Nâzım’ın, uyanıp kaçamadılar, kuş olup uçamadılar” dediği otuz iki bin kişi ölür. Kışın ortasında evsiz ocaksız kalmak yetmezmiş gibi, otuz iki bin canın çoğu, eksi kırk derecede donan toprağa gömülemez. Ne büyük keder… Sıradaki ağıt o donmuş ruhlar içindi. Dilerim bir nebze ısınmıştır hatıraları.
Uykuya “küçük ölüm” diyenler yüzünden mi benzer ninniler ağıtlara?
“Durme Durme”, beş yüz yıl önce, memleketleri İspanya’dan kalkıp, Anadolu’ya gelen Sefarad annelerin bebeklerine söylediği bir ninni. Anne küçük oğluna, önce güzel gözlerini kapayıp huzurla uyumasını söylüyor. Sonra büyüyüp okula gitmesini, meydana gidip iş öğrenmesini. Sonunda “en iyi sen olacaksın” diyor. Bunları öyle içli söylüyor ki… Bir bana mı çok hüzünlü geliyor tüm ninniler?
“Durme kerido hijico (Uyu benim canım oğlum)
Durme sin ansia y dolor (Sıkıntısız ve ağrısız uyu)
Cerra tus lindos ojicos (Küçük gözlerini kapatıp)
Durme durme con savor” (Tatlı tatlı uyu)
“Delidir, bağlayın diyorlar,
Deli olan gönlümdür.”
İran Türküsü
“Gelmiş bahar geçmiş yazlar neyleyim
Dinleyin derdimi dağlar söyleyim
O yârdan bir haber verin öleyim
Vallah billah öleyim”
Yukarıdaki dörtlük, konserde seslendirilen bir Kürt ezgisinden alınma. Yeryüzü ile insan arasındaki etkileşim, türkülerde işte böyle kendini gösteriyor. Onun için diyorlar belki de “halkların değil, coğrafyanın türküsü” diye.
Biliyor muydunuz, türkülerde en fazla geçen coğrafî sözcük “dağ” imiş. (*) Dağlar yüce, dağlar ulu, dağlar Tanrı’ya yakın yerler. İnişi var, çıkışı var. Dağı aşmak, dağdan geçmek gerek. Sıladan, yârdan, gurbetten haber almak için dağların “yol vermesi”, olmazsa en azından “yârdan haber vermesi” lâzım. Bu herkes için böyle. Bu yüzden de dağlar da türküler de hepimizin!
“Ayrılık yarı ölmekmiş
O bir alevden gömlekmiş
O alevin bağrımda dili
Ben böyle sensiz olurum deli
Nerdesin ey sevgili?”Vecdi Bingöl
“Fikrimden geceler yatabilmirem
Bu fikri başımdan atabilmirem
Neyleyim ki sene çatabilmirem
Ayrılık ayrılık aman ayrılık
Her bir dertten âlâ yaman ayrılık”
Bilmeyen var mıdır bu Azerbaycan halk şarkısını? Her yaşta dinlenir. Her formda çıkar karşımıza. Bir de ayrılık varsa başımızda, şarkının nefesiyle iyice harlanır ateş.
Bu “ayrılık marşı”nın sözlerini Recep (Ferhat) İbrahimî yazmış, Ali Selimî bestelemiş. Ruhlarına gitsin.
“Kiraz ağacından ne yaparsa ilkyaz
Onu yapmak istiyorum senden”
Pablo Neruda
Yukarıdaki dizeler Neruda’ya ait. Onun şiirinde kiraz ağacı bir sevgili. Oysa Ermeni besteci Khachatur Avetisyan, “Tsaxkac Baleni” şarkısında, “kardeşim” diye sesleniyor tomurcuklanmış kiraz ağacına.
“Çiçeklenmiş kiraz ağacı
Beyaz giymiş bir gelin gibi
Çiçeklenmiş kiraz ağacı
Sanki umudun yolundan geliyorsun
Umudum kiraz ağacım
Beni beyaz kollarına al
Kardeşim kiraz ağacım
Ah senin gibi sallanmak isterim
Duvağının altında
Beni beyaz kollarına al
Kardeşim kiraz ağacım”
Avetisyan, çoğunlukla halk müziği enstrümanları için eserler bestelemiş bir sanatçı. Pek çok şarkı, oratoryo, bale, film ve dans müzikleri de var.
Avetisyan’ın ardından, Hayrik Mouradian’ın tombik bir bıldırcın için bestelediği, neşeli şarkısı geldi. Avetisyan’ın kardeşi kiraz ağacının üzerinde miydi acaba bu minik “Lorik”?
“Sabah rüzgârı esti
Tarla rüzgârla doldu ve adeta bir denize dönüştü
Bir bıldırcın tarladan uçtu
Uçtu ve kondu dağa ve vadiye
Vay bıldırcın ay bıldırcın
Şişman ve tombul…”
(**)
“Erzurum’da kavaklar, balam,
Erzurum’da kavaklar tane tane,
…
Yürek boynun büker, balam,
Erzurumlu türkülere.”
Nâzım Hikmet/Kuvâyi Milliye
Türküler söz konusu olduğunda, “kaynak kişi” diye bir ifade vardır. Çok severim. Bu kaynak kişi her kimse, gürül gürül akan bir suyun başını tutmuş da gelen türküyü yakalıyormuş gibi gelir. Yalan da değil aslında. Türküler konusunda Anadolu gürül gürül bir su değil mi?
“Bu tepe pullu tepe
Su gelir serpe serpe
Dediler yâr uyumuş
Uyardım öpe öpe
Nenni de yârim nenni
Eski de yârim hani”
Bu türkünün ve daha pek çok türkünün kaynak kişisi, Erzurum’un Aşkale’sinin Ocaklı köyünden Muharrem Akkuş. Aynı zamanda, derlediği ve notaya aldığı da pek çok türkü var. Eledim Eledim Höllük Eledim, Kağızman’a Ismarladım Nar Gele, Kırmızı Gül Demet Demet, Tello Gider Yan Gider…
Türküyü derleyen ise Yozgat’ın Akdağmadeni’nden bir isim. Türkülerin efsane ismi, Nida Tüfekçi. Eşi de başka bir efsane, Neriman Altındağ Tüfekçi. Birlikte, elele yürümüşler hocaları Muzaffer Sarısözen’in izinden. Nida Tüfekçi senelerce TRT’de çalışmış. Konservatuvarda öğrenciler yetiştirmiş. Gürül gürül akan Anadolu türküleri içinden, binden fazlasını o “tutmuş”, derlemiş, notaya almış. Hangi birini yazayım; yazamam, ama derim ki “Yozgat Sürmelisi”ni ondan dinlemeden ölmeyin. Derler ki, tam on yıl çalışmış bu türkünün üzerinde. Türkü de türkü ama!
“Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Bu dert beni iflah etmez del’eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var?”
Bayram Bilge Tokel’in, onun hatırasına yazdığı şiirin bir kısmını buraya alıyorum. Türküler için Nida Tüfekçi, Nida Tüfekçi içinse türküler nedir, bundan daha iyi anlatılamazdı.
Türküler Nida’sız Kaldı
Çamlığın başına bir ince duman
Gördükçe ağlardı gözü Nida’nın
Ziya’nın acısı yüreğinde dağ
Nasıl dayanırdı özü Nida’nın
Bir gün Kırşehir’de, bir gün Banaz’da
Adım adım gezdi baharda, yazda
Bizi üşütmedi karda, ayazda
Yandıkça büyüdü közü Nida’nın
Yeni kalem ile yazı yazardı
Aslı Akdağlıydı, gurbet gezerdi
Türküleri duruşundan sezerdi
Görünce ışırdı yüzü Nida’nın
Bu ses nerden gelir, kimdir, bilinmez
Alır gider bizi gayri gelinmez
Yüz asır geçse de yine silinmez
Bozok Yaylası’ndan izi Nida’nın”
Ruhları şâd olsun.
“Ben gurbette değilim
Gurbet benim içimde”
Kemalettin Kamu/Gurbet
Konserin birinci bölümünün son şarkısını çoğu kişi, Zeki Ökten’in “Çöpçüler Kralı” filminden hatırlar. O filmin müziği sananlar bile olabilir. Şarkı, Özdemir Erdoğan’ın 1972’de çıkardığı 45’liğin ön yüzünde yer alan “Gurbet”. Filmse 1977 yapımı.
“Kime desem derdimi ben bulutlar
Bizi dost bildiklerimiz vurdular
Bir de gurbet yarası var hepsinden derin
Söyleyin memleketten bir haber mi var?
Yoksa yârin gözyaşları mı bu yağmurlar?”
Şarkı gurbet olunca, biz gurbettekiler de eşlik ettik ve sonra konsere bir ara verildi. Bana kalsa, aralıksız sabaha kadar dinlerdim. Yazarken de öyle. Bir satır yazıp, on türkü dinledim. Baksanıza, konserin üzerinden bir ay geçti, hâlâ bitiremedim. Şimdi dönüp baktım yazdıklarıma, epey uzun olmuş. Devamını sonraki bir zamana bırakıyorum. Merak etmeyin, bu kadar uzamaz. Siz o arada türkü dinlemeye devam edin ve sakın ölmeyince yârdan ayrılmayın.
Münih, 16 Şubat 2018
Kapak fotoğrafı, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Han Kahvesi” isimli tablosu.
(*) Abdullah Uğur, Müzik Coğrafyası: Türkülerdeki Coğrafya/Bilig
(**) Bu iki Ermenice şarkının çevirisini sevgili Lara Taş yaptı. Kendisine çok teşekkür ederim.
Tek kelime ile muhteşemsin, sevgili Nigar.
Sağol, var ol; yine günüme, gözlerime, kulaklarıma başka bir anlam daha kattın
Sevgiler Çiğdem
Sen de sağ ol, var ol Çiğdem. Yazdıkça, okundukça seviniyorum. Keşke daha sık yazabilsem.
Sevgiler.
Sevgili Nigar,
Yazini her zamanki gibi bir solukta okudum o guzel turkulerin esliginde. Eski bir ITU’lu olarak Zafer, Onur ve Sureyya kardeslerimizi de gururla dinledim. Ellerine, nefeslerine saglik. Bu guzel yazin ve Munih raporun beni, okudugum 1970’li yillarin, ITU Gumussuyu Makine binasindaki A101 anfisine goturdu! Orada elimizden geldigince ve yetenegimiz elverdigince, guzelim Turk muzigimize olan sevgimizi, nacizane muhendislik talebeleri olarak, kurdugumuz ilk “ITU Turk Muzigi Korosu”nun calismalariyla beslemege calisirdik! Simdi bu ITU’lu kardeslerimizi dinledigim zaman, nereden nereye geldigimizi gorerek, gurur duyuyorum. O alcak gonullu basit koro calismalari ve ITU’lu talebe ve akademisyenlerin buyuyen ilgisi, ITU gibi bir muhendislik okulunun bahcesinde Turk Muzigi Konservatuvari’ni bir “cicek” gibi dikip yetistirebildi. Ne mutlu tum ITU’lulere ve sana da Nigar -zira sen belki benden daha fazla ITU’lusun- ozellikle bu guzellikleri ortaya cikarip, tatli dilinle herkesle paylastigin icin.
Mehmet Atlar (ITU, Gemi Ins ve Mak, 1971-75-77)
Dayıcığım,
Şarkıları, türküleri bu kadar sevmemizde, annemin hiç susmayan radyosunun yanı sıra, senin de büyük payın var inan. Özellikle Klâsik Türk Sanat Mûsıkîsi diye adlandırılan ve pek çok kişiye sıkıcı gelen müziğimizin, ne kadar derin, ne kadar güzel bir müzik olduğunu ben seninle öğrendim. Sağ ol.
Mesajını Zafer, Onur Beylerle ve Süreyya Hanımla da paylaşacağım.
Sevgiler.
Sevgili Nigâr,
Eşim Zehra Çakıcı Dolu ile muhteşem yazını beraber okuduk, dinledik. Şiirsel anlatımını iyi değerlendirmek amacıyla önce gözümle okuyup sonra şiirsel anlatımla seslendirdim. Müzik dinlerken gözlerimizi kapadık. Gece 00.30- 02.00 arası seninle uçan halıdaydık. Şiirleri, türkü sözlerini okurken boğazım düğümlendi.
Yüreğine, kalemine sağlık. Bizi mutlu ettin. Çok teşekkürler.
Sevgili Cengiz Bey,
İçten yorumunuz beni çok sevindirdi. Size de, eşiniz Zehra Hanıma da çok teşekkür ederim.
Sevgiyle, saygıyla, dostlukla…
Sayende yine yepyeni güzelliklere eşlik ediyorum Nigar abla..
Benim de türkü ile bir anım var 🙂
1984 yılının Kasım ayında Hozat’tan Çanakkale’nin Biga ilçesine geldik babamın tayini sebebi ile. 10 yaşındayım daha. Yapyabancı bir dünya.. Kimimiz kimsemiz yok.
Beşinci sınıfa başlamıştım Hozat’ta. Biga’da oturduğumuz evin yakınında bulunan Diyarbakırlı Ekrem Ergün İlkokulu’na kayıt oldum.
Ne garip, biz Tunceli’den geldik diye okulun ismi bana çok sıcak ve yakın gelmişti.. “Diyarbakırlı Ekrem Ergün İlkokulu”
Taşındıktan bir kaç gün sonra okula gittim. Okulun ismini sevmiştim ama kendimi çok yabancı hissediyordum. Hozat’taki, mahallemdeki, köyümdeki arkadaşlarımı özlüyordum.
Beni bu okula çeken bağlayan hiçbir sebebim yoktu.
Sınıfımı gösterip bana oturacağım yeri gösterdiler. Sanki herkesin gözü üstümdeydi. Öyle ya çok uzaklardan doğulu kara bir çocuk gelmişti sınıflarına.
Derse giren ilk öğretmenimiz Mustafa Ezgi oldu. Beni sınıfa tanıştırdı. Öğretmenimizin cana yakınlığı içimi ısıtmıştı o an. Biraz sonra dedi ki “Atilla, doğulu insanların sesi güzel olurmuş, hadi bize bir türkü söyle”…
Ne diyeceğimi şaşırdım ilk an.
“Ama öğretmenim, benim sesim.. bilmem ki.. güzel değil ki..”
“Güzeldir güzel, hadi bize türkü söyle” dedi..
Bizim oralarda saz, söz, türkü her çocuğun, insanın, yaşamının, gününün bir parçasıdır. Her ailede mutlaka bir iki kişi saz çalar veya harika türküler söyler. Dertleri , gözyaşları, hüzünleri, umutları, sevinçleri dolu dolu insanların bir özelliğidir bu.. Hele bir de Tuncelili iseniz.
Bizim evde de babam ve abim saz çalar, ablam da harika sesi ile eşlik eder. Ben de onları dinleyerek büyüyordum.
O günlerin ünlü türkülerinden biri Belkıs Akkale’nin söylediği “dağlar seni delik delik delerim” idi. (Nigar abla, türkülerde konusu en çok geçen şey dağlardır yazmışsınız ya, haklısınız galiba 🙂 )
Bu türküyü çok iyi bilir ve ara sıra kendi kendime söylerdim.
Mustafa Ezgi öğretmenimin isteği üzerine bu türküyü söyledim. Ben tabii kendi sesimi hiç beğenmiyorum. Ama türküm bittikten sonra sınıftaki herkes alkışladı. Nasıl utandım..
Öğretmenimiz çok beğendi ve bir daha söyletti. Hiç tanımadığım bir yerde, okulda sınıfta o türkü sanki sihirli bir değnek oldu. Arkadaşlar bana daha çabuk ısındılar yakınlık kurdular. Hele öğretmenler.. Mustafa Ezgi öğretmenim diğer meslektaşlarına beni anlatmış. Sınıfa başka bir öğretmen geldiğinde ilk olarak beni sorup, derse başlamadan türkü söylettirirlerdi.
Çanakkale Biga’daki Diyarbakırlı Ekrem Ergün İlkokulu’nda, Tunceli Hozatlı öğrencinin, bir türkü sayesinde, yeni dünyasına giden yolda köprüler kuruldu o gün..
Sevgili Ati,
Artık bloga bir yazı koyduktan sonra, kollarımı kavuşturup, senin yorumunu bekler oldum. Ne güzel şeyler dökülüyor tasından. Selam olsun Mustafa Ezgi öğretmenime. Nasıl güzel tutmuş küçücük bir çocuğun nabzını.
Bakarsın bir gün hep birlikte türkü de söyleriz.
Kal sağlıkla.
Konsere gidememiştim ama sayende yazdıklarını okurken konserdeydim. Şu anda arada bazı arkadaşlarla selamlaşıyor sohbet ediyorum. Bakalım konserin devamı
nasıl olacak. Mutlaka bizi alıp bir yerlere götürecektir. Merakla bekliyorum.
Neredesin Seba? Hah, şimdi gördüm! Ben de arkadaşlarımla sohbet ettiğimden gelemedim yanına. Çıkışta görüşürüz:)
Sevgiler! Çok sevgiler!
Kanatları gümüş yavru bir kuş
Gemimizin direğine konmuş
Dağlara çıkma Karadeniz
Yavrudur yârim uçamaz bensiz”
Sen dizelerin en güzelisin kırlangıç yuvası..
Kuzgun da en vefalısı!
“…Dostlarım kaçtı yanımdan
Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan.”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
E.A.Poe
Çok güzel kalemine yüreğine sağlık
Uzun olmuş filan deme bir solukta okudum
Uçan halı ile türkü turu çok güzel di
Selamlar saygılar
Sakın inme! Bitmedi daha…
🙂 🙂
Ben de artık senin yazılarını dört gözle bekler oldum..
En sevdiğim gurbet türküsü “gurbet elde bir hal geldi başıma” ile başlayandır.. Beraber söyleriz inşallah yakın bir zamanda 🙂
“Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir”
Yine Pir Sultan!
🙂
Ablam bir solukta okudum dinledim tekrar okudum dinledim ne kadar güzel yüregine sağlık. …
Çok sevgili Geylani, sen de sağ ol. Mutlu oldum sana ulaşmasına. Güzel ailene sevgiler.
Nigar Mat Ağyel Hanımefendi yıllardır konserler , dinletiler yaparım ilk defa bir Konser ile ilgili ” Tiyatral benzetmeler , şiirler ve tamamlayıcı bilgiler” ile bezenmiş bir yazı okudum …Kültürel ve Sanatsal değerlere verdiğiniz emek için çok teşekkür ederim … Emeği geçen ve bizi yalnız bırakmayan dostları da sizinle birlikte selamlarım … MUHABBETLE …
Sevgili Zafer Bey,
Yazdıklarımı bir yansıma olarak kabul edin. Nefesiniz artsın, eksilmesin. Ben teşekkür ederim.
Sevgiler.
Negâr ne güzel besledin beni bugün.Siyasi ve ekonomik kaostan bunalmış ruhuma başka birşey daha iyi gelemezdi.
Ah ne mutlu o zaman bana İlhamem. Bir kişi bir kişidir.