Dr. C. Cengiz Çevik (Klasik Filolog) – Blog

Birtakım filolojik hassasiyetler: Eskiçağ ve günümüze dair kişisel okumalar ::: İstanbul Üniversitesi, Latin Dili ve Edebiyatı bölümü, Dr.

>Apocalypto

>bu film içinde ilginç noktalar, atlanmaması gereken ayrıntılar barındıran bir film.

insan kurban etme hususunda #10544026 entirimde moche uygarlığı’nı temel alarak yazmıştım. “..insan kurban etme ayinlerini düşündürten iskeletler, yeni bulgular aslında moche’lerin duvarlara işledikleri, çömleklere resimlerini yaptıkları o vahşi temaların kökenini de açıklıyor. moche’ler insan kurban eden bir uygarlıktılar. o halde bütün bu tasvirler -arkeoloji ilmi sayesinde elde ettiğimiz- gerçektir, ya da yaşanan ayinlerin bir nevi belgeselleridirler.” ve hiç kuşku yok ki; moche uygarlığından geri kalır yanı olmayan aztek‘lerin insan kurban etmeleri olgusuna çeşitli bilim dalları sayesinde ulaşmıştık. hatta onların insan kurban etme üzerine ünlerinin daha kötü olduğu da söylenmelidir. zira insan kurban etme özelliğine sahip birçok uygarlığa (inka’lar, ormekler, maya’lar) anavatanlık yapmış latin amerika’da, çeşitli arkeolojik buluntular gösteriyor ki, filmde işlenen aztekler de dahil olmak üzere bu uygarlıkların tümü için insan kurbanı bir yaşam biçimidir. ve o dönemin ilkel sanatçıları da, bugün çeşitli kazılarla elde edilen ölüm imgeleriyle dolu eserleri, günümüz insanı için pek acımasız kabul edilebilecek bu törenleri yüceltmek için meydana getirmişlerdir. işte böyle bir ortamda aztekler, insan kurban etme törenini devasa ölçülerde gerçekleştirmişlerdir.

günümüzden üç aşağı beş yukarı 500 sene önce latin amerika’da (meksika) yaşamış olan aztek kültürünü araştıran tarihçilere göre; 1487’de; tenochtitlan’daki büyük piramidin (http://mexico.udg.mx/historia/precolombinas/ingles/Azteca/templomayor.html ; http://www.eduardovillacis.com/ev/images/GALLERY/AZTEC_temple.jpg ; http://wonderclub.com/worldwonders/aztechistory.html ) tepesinde cellatlar her biri 3 km uzunluğunda 4 sıra esiri birer birer kurban etmişler. kurbanlar ölüme gitmek için basamakları tırmanmaya zorlandılar. (piramidin tepesine kadar tam 114 basamak) ve en tepede iki kurban odası vardı. odaların içinde insan kafataslarından maskeler takan rahipler, ellerinde kurban bıçaklarıyla kurbanlarını bekliyorlardı. getirilen kurbanların diri diri göğüsleri yarılıyor ve kalpleri sökülüyor, kafaları gövdelerinden ayrılıyor ve taştan bir rafın üstüne yerleştiriliyordu. bu tümüyle endüstriyel ölçekte bir kıyımdır, öyle ki; dört gün içinde en az 40000 kişi kurban edilmiştir.

tabi bütün bunları hem filmdeki hikaye hem de aztek tarihi açısından değerlendirirsek; “günümüz insanı için tümüyle vahşi olan bu insan kurbanı neden?” sorusunu sormamızda fayda var. zira hem “sadece tanrıyı memnun etme” üzerinde duran film , hem de aztek tarihindeki bu inanılmaz kıyım için sosyal bir nedene ihtiyaç var. öncelikle belirtmeliyim ki; bu büyük kıyımın filme yansıması tümüyle gerçek tarihe sadık değil. örneğin getirilen kurbanların diri diri göğüslerinin yarılıp, kalplerinin sökülmesi filmde geçiyor, ancak kafatasları bir rafa yerleştirilmeyip, basamaklardan aşağı halka doğru fırlatılıyor. ayrıca filmdeki cellatlar da yukarıda çizdiğim portreye birebir uymuyorlar. tekrar filmde üzerinde pek durulmayan, bu devasa ölçüdeki kurban töreninin sebebine dönelim.

aztek uygarlığının en kutsal nesnelerinden biri; 3.5 metre genişliğinde çok eski bir güneş taşına ; http://www.mexconnect.com/mex_/mysfifthsun.html) bakan araştırmacılar, aztek düşüncesine göre; hayat veren güneşin (güneş tanrı) aslında bu yaşama hediyesini azteklere pahalıya ödetmiş olduğunu anlamışlardır. taşın merkezinde güneş tanrısı yer alıyor, ileriye doğru uzanmış ellerinde iki nesne var, ki bunlar insan kalpleridirler. güneş tanrısının ağzında bir de bıçak vardır. görüldüğü gibi; bu eski taş tümüyle bir kurban sunağıdır. ve içindeki mana da genel aztek düşüncesine göre şöyledir; güneş kendi kanından feda ederek dünyaya yaşamı vermiştir. yani insanlar sonsuza dek, güneşe borçludurlar. bu borcu kapatabilmeleri için de, en değerli varlıklarından vazgeçmek zorundaydılar; yani canlarıyla. eğer insanlar bu borcu unutttuklarında veya ödemediklerinde güneşin bir daha asla çıkmayacağını, bu yüzden de tarlaların ürün vermeyeceğini, buna bağlı olarak da tüm hayatın yok olacağını düşünüyorlardı. tüm sanat eserleri (örneğin bu taş) azteklere her daim güneşlere olan borçlarını hatırlatıyordu. (yalnız bununla da sınırlı değil, devlete sadakat manası da vardır içinde. aztek devlet adamları, uygarlıklarının yapısını güçlendirmek için sanattan da yararlanmışlardır.) işte bu anlattıklarımın hiçbiri filmde yok, filmde sadece hastalıklardan ve aztekler arasındaki bir çatışmadan kurtulmak için en büyük tanrı kukulkan‘ı, insan kurban ederek memnun etmekten bahsediliyor. ayrıca ” filmin tarihi yok” eleştirisi ise düşer, zira yukarıda da söz ettiğim gibi; 40000 kişi kurban edilmiştir o devasa törende. ve biz filmde o kafası olmayan vücutları bir yığın halinde görmekteyiz. yani film o devasa törenin gerçekleştiği 1487 tarihinde geçiyor.

kırk yıllık mel gibson’ı tanımasak, belki böyle yorumlar yapmayız, ancak şu var ki; baş cellat aztekler arasındaki bir iç çatışmaya ima da bulunuyor, halka seslenirken bunun durmasını istiyor. bu bana -son 6-7 senedeki ırak’taki gelişmeleri de eklersek- ortadoğu’nun buhran dolu, sürekli savaş ve kan kokan ortamını anımsatıyor. zira yine filmin başında, ortasında ve sonunda pek trajik bir şekilde “yeniden başlangıç” söylemi söz konusu. abd’nin ısıtıp ısıtıp, kimi zaman da adını değiştirerek, çeşitli biçimlere sokarak karşımıza çıkardığı yeni dünya düzeninin en temel karakteri olan , ingiliz dehası ürünü “böl ve yönet” ‘in belki de kalbi, ciğeri daha filmin başında motto olarak gözümüze sokuluyor: “a great civilization is not conquered from without until it has destroyed itself from within.” / “büyük bir uygarlık, kendi içinde parçalanmadıkça, fethedilemez.” zaten filmin sonunda da, bu ilkel ve vahşilere modern değerler sunmak için “yeni bir başlangıç” getiren avrupalıları gemilerinden inmiş, sandallarıyla kıyıya yanaşırken görüyoruz. saddam’ın heykelini indirirken, onun yerine amerikan bayrağını göndere çeken kimi karaktersiz, dirençsiz ıraklıların (komedinin böylesi; solcu bir gençlik hareketi son bir kaç zamandır sağa sola afişler yapıştırıyor, belki dikkatinizi çekmiştir. üzerinde şuna benzer bir şey yazıyor: “ıraklılar korkmadı biz de korkmayalım.” herhalde şu dünyada kuşatılan ülkeler ve toplumları açısından bir araştırma yapılsa, ıraklılardan daha basiretsiz ve korkakça teslim olan bir başka örnek bulunamaz! aramızdaki sloganüretgeç karakterdeki gençlere biraz akıl ve göz diliyorum!) yaptığını acaba aztekliler yapmış mıdır diye de düşündürmedi değil film. bakın efendim; filmde insani değerler bütünü avrupalılar ne güzel de insanlık ve hiristiyanlık taşıyorlar bu yabanilere: “


zaten film boyunca, yabanilerin dilindeki yeniden başlangıca dair çeşitli söylemler, kurtuluş teması karşımıza çıkıyor. sadece filmin başındaki naturalist görüş ve korku üzerine ifadeler pek hoşuma gitti, onun dışında öğretilerin sağlamlığı ve filmin kimi zaman tutunduğu dallar tümüyle tanıdık. sadece dediğim gibi sadece başlangıçta yaşlı kabile üyesinin yerlilere anlatmış olduğu insanın insan olma sürecinde başına gelenler, doğayla, hayvanlarla iç içeliği gayet heyecan vericiydi. özellikle insanın doğayla uyumunun ve hiçbir zaman doymayacağının çok hoş bir şekilde dile getirilmesiydi. ve ben entirimi işte bu hikaye ve korku üzerine söylemlerle noktalamak istiyorum. daha sonra aklıma bir şeyler gelirse, tekrar yazarım, nasılsa yazarım.

“korku bir hastalıktır. sürünerek, onu kabul eden herkesin ruhuna girer. senin huzurunu lekelemiş bile. seni, korku ile yaşamanı izleyesin diye yetiştirmedim. kalbindeyken savaş onunla. köyümüze getirme.”

“ve insan yalnız kalmıştı. hüznün derinliklerinde yüzüyordu. ve etrafındaki tüm hayvanlar ona yaklaştı ve şöyle dediler: ‘seni bu kadar üzgün görmek istemiyoruz. ne dilersen dile, senin için gerçekleştirelim.’ insan dedi ki; ‘daha iyi görmek istiyorum.’ akbaba dedi ki; ‘görüşüm senin olsun, al.’ insan dedi ki; ‘daha güçlü olmak istiyorum.’ jaguar cevapladı; ‘ benim kadar güçlü olacaksın.’ sonra insan dedi ki; ‘yeryüzünün sırlarını öğrenmek istiyorum.’ yılan dedi ki; ‘hepsini sana ben göstereceğim.’ böylece, tüm hayvanlarla birlikte gitti. ve insan hayvanlardan aldığı bütün özelliklerle gitti. baykuş geride kalan hayvanlara dönerek şöyle dedi: ‘artık insan daha çok şey biliyor ve daha çok şey yapabilir. artık korkmaya başladım.’ geyik şöyle cevapladı onu; ‘insan, ne istediyse aldı. artık üzüntüsü bitecek.’ ancak baykuş böyle düşünmüyordu: ‘insanda hiçbir zaman dolduramayacağı bir boşluk gördüm. onu üzen ve devamlı istemesine sebep olan şey işte bu boşluk. o almaya devam edecek. ta ki yeryüzü ona şöyle diyene dek; artık bende sana verecek hiçbir şey kalmadı. ‘

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on 23/12/2007 by in Başka birtakım hassasiyetler, Genel and tagged , .